sözde

insanın en mutlulukla ve kendinden geçerek yaptığı meslek hangisidir? nefret etmeden, kendiliğinden. yaptığı esnada yaptığını bilerekten. okulda müzik grupları olan çocuklar var. bırak bu işi git müzik yap demek istiyorum. belki de derim. dinleyeceğinden değil.
mimarlık olmadığı kesin. yaparken diye bir durum yok. ne zaman yaparsın ki mimarlığı? çizerken mi? düşünürken mi? bir yere gidince mi? artık herşeyden değil binalardan konuşurken mi? yazarlık hayatını kaplar. şarkı söylesem. öyle bir yeteneğim olsa bir dakika durmazdım. ya da iyi çizebilsem.
cake dinliyorum. aslında kimi dinlediğinin ne önemi var. özeniyorum kendinden geçiyor söylerken. ben ne zaman kendimden geçtim? yarına teslim varken ki ölümcül streste mi? ya da içinden çıkılamaz gelen yazı krizlerinin arasında mı? ufak bir parça eklerken bazen. ya da bir maketin kıyısında orada yaşananları birkaç dakika hayal ederken ister istemez.
bir an. az ama. an an. bir var bir yok.

benim olamayan tüm haftasonları için

tek bir oda. haftasonu hayat bundan ibaret. tabut gibi diyorum sık sık. tavana bakarken yattığım yerden. tabut gibi.
içerideyken bir huzursuzluk bir rahatsızlık. dışarıdayken zaten benim olan bir şey yok.
benim seçmediğim bir yatak örtüsü. duvarlara dizilmiş iç sıkıcı eşyalar sürüsü.
avuntu: insanın tüm umutsuzluğu yalnızca bir tek şeyden kaynaklanır: odasında sessizce kalamamaktan
birileri bunu düşünmüş. odasında sessizce kalmaya çalışmak diye bir şey var demek ki. avuntu. hayatı anlamlandırmaya çalışmak gibi. artık ona da çalışmıyorum. ya da sadece bana öyle geliyor.
çıkmam gerek. ama bir esaretten diğerine değil.
insan herşeye alışırmış. buna alışmak mümkün. burada hayatını kurgulamak. bir haftasonu ve diğerleri. ne yapacağımı bilmiyorum. ağlasam onun da faydası yok. ne garip, insan sadece rahatlıyor. durum ise aynı. taş gibi. etrafımda öylece kılını bile kıpırdatmadan durmakta.

pelin, nerden çıktın karşıma?

bugün nisan'ın 3'ü yıl 2010. libadiye caddesine paralel sakin sokakta yürürken karşılaştık.
boyu 60 cm var yok, yaşı ancak 4. annesinin elinde öfleyerek çekiştirilip yürüyor bana doğru. ben de ona. bana baktı. ben de ona. kocaman simsiyah gözleri var. simsiyah saçları, çene altını az geçkin. dümdüz. kahkülleri kaş hizasında son derece düz ve boşluksuz. japon çizgi filmlerinden fırlamış düşmüş o noktaya.
geçiştik.
döndüm baktım hemen ardından. nedense adım gibi emindim dönüp bakacağından. zor çevirmiş kafasını yürüyerekten bakıyor. gözgöze geldik. güldüm.
birkaç adım daha attım. yine döndüm baktım acaba yine bakar mı diye. yine gözgözeyiz bu sefer daha da zor gelmiş bir yandan apar topar çekiştirilip yürümeye çalışırken dönüp arkasına son kez bana bakmak. daha çok güldüm.
adı pelin olabilirmiş, yüzünden öyle sanki.

benim kalbim onun kalbine karşıymış.


imza günleri

30 mart salı elif şafak atatürk kitaplığında yazıyor kocaman basılmış ilanda. ne olduğu yazmıyor. gitmek istedim. pek niyetlenmedim her zamanki gibi. o da unutulur kalır. gitmediğine pişman olmazsın çünkü aklına bile gelmez.
gidiyoruz diyenler vardı. ben de gittim. liseden servisle çocuklar gelmiş. curcuna. imza günüymüş meğer. geldim buraya kadar bir göreyim diye bekledim.
pek güzelmiş. uzun boylu, narin. gözlerine siyah sisli makyaj yapmış. her zamanki yumuşak gülümsemesi yüzünde.
bu kadın neden imza gününe katılır? ne yapacak? gelenlerin elleri kitapla dolu. orada da %20 indirimle sahip olabiliyorsunuz istediğinize.
imzalayınca ne olacak?
okuyucu için nedir diye düşündüm. ben olsam utanırdım diye de düşündüm.bir izinizin olması o kadar değerli ki bir de sizinle bir fotoğrafımın olması.
ya da 'elif hanım' için durum nedir? ben olsam yine utanırdım diye düşündüm. onlara bir lütufmuş el yazım gibi.
paulo coelho okuyordum bir zaman. gururla bitirmiş olduklarımdan yana koyabilirim. portobello cadısı. neden okuduğun kitapları kitaplığında tutuyorsun diyor kadın adama. mesele onları okumuş olmanda mı, okumuş olduğunu kendine ve herkese sergilemen mi?
hep kendimi bu konuda suçlu hissederim.