metroda

olay maslak metrosunda geçiyor. döne dolaşa indim. tren 5 dakikaya geliyormuş. birkaç kişi oturmuş. birinin yanına ilişiverdim. sessiz.
bundan sonrası için ibrahim tatlıses'ten "kim bu gözlerindeki yabancı"yı dinle hemen. canlandırması çok daha rahat olacak.
yankılanaraktan bir darbuka gümbürtüsüyle çalmaya başladı. birinin telefonu çalıyor.şimdi kesilir. kesilsin istemiyorum ama sonunda telefon. kesilmiyor. bakınıyorum.
sarı takım elbiseli adam, ayaklarıyla ritim tutaraktan, sesini bir açıp bir kısaraktan, super elit türk insanının standart cık cık ve baş sallamalarına aldırmadan cümlemize dinletti. canına değsin.

gelin

o kadar dalgalı ki.
vapur bir iniyor bir kalkıyor. sağdan, soldan.
yerimde duramıyorum. etrafı göremiyorum. yüzüme bir nefeslik rüzgar çarpmıyor. kenara gideyim diyorum. sonunda ayaktayım kenarında vapurun
rüzgar da yüzümde, vapura çarpıp havalanan su zerreleri de
deniz yeşil gibi, havadan. dalgaları büyük.
karşıda güneş batıyordu. denize vuruyor, uzakta minarelerin ardından.
bir deniz otobüsü geçiyor. uzakta, güneşin vurduğu yerden.
(şimdiki sahne üç kat yavaşlasın ne olur hayalinde)arkasından su püskürtüyor güneşe incecik su zerreleri, milyonlarcası
tül gibi yayılmış havada
sarı gibi turuncu gibi
son kalan gün ışığı altında

sonrası geri dönmek rüyadan.

never there

I need your arms around me
I need to feel your touch
dımdıdııdımdıdıdıdı dımdıdııdımdıdıdıdı
i need your understanding
i need your love soo much!
dımdıdııdımdıdıdıdı dımdıdııdımdıdıdıd

cake

hişt

annem pazarda sesini duyuramadığı tezgahtarları hişt'liyormuş onu keşfettim geçen:) ve çok doğal olarak.
bu kaçaa?-bakan yok- bakar mısın?-hala duymadı-hişt!hişt!-buyur canım!(başı örtülü, göbeklice bir hatun bütün samimiyetiyle, içinden kopan ama biraz da ağzında eğreti duran bir 'canım' çekiveriyor ordan)-kaça bu? diye devam ediyor annem ve kadın.
tezgahtaki kadın hiç alınmıyor. annem her hişt diye seslendiğinde eyvah karşıki bir ezilir diye düşünüyorum. bana olsa canım sıkılır herhalde. her taraf için herşey normal oysa ki. iş gayet yürüyor, kimse mutsuz olmadan.
eh bana da cidden bütün elitliğimle b.k yemek düşüyor, onu anladım bir kez daha:)

sono contento

bu italyanca. biraz italyancam var. bir film izledim nasılsın dedi? contento dedi karşısındaki.
i am content. i am happy değil. ikisi çok farklı diye düşünürüm hep.mutlu olarak çevirilir genelde. uzun zamandır 'content' olmadım onu düşünüyorum. ondan konuyu huzuruna taşımam.
kendinle bir olmak. olduğunla dingin olmak ve olduğunla bir olmak olarak algıladım hep.
mutluluk geçici veya anlık olabilir. content olmak ise daha büyük bir durum. dışarıdaki bir durum ne kadar etken bilmiyorum. elbette ki vardır bir etkisi. ama çok uzun değildir, farkettim ki dışarıda değil birşeyin cevabı. hep yanımda taşıdığım kendimde diye. hiçbir şey çare değilse sorun en içeride. bir kaybolma, bir kopukluk.
(öyle bir müzik var ki kulaklarımda, never there- cake, mümkün değil gerektiği ciddiyet ve kafa karışıklığıyla oturup yazamıyorum. bu kadarı günler öncesinin kalan düşüncelerden, stoktan. ne mutsuzluk kalıyor, bir gülümseme hali.. hah! bir boş kafa sallama, kafa ve ayakların ritimle işbirliği..çok ciddiyetsizsin şekerim!)