adını koyamadım bunun

-i love you more than ever- koymak istedim fotoğrafının adını..

altın kız olmanın bilmem kaç belirtisi

aklıma gelenleri yazıyorum. bu yazı burda kalmaz. belirtilerle karşılaştıkça yazarım. şaş kaza biri bu yazıyı okur da eklemek isterse buyursun.
(numaralar öncelik sırası vermez. hepsi bir değerlendirilmelidir.)
başlıyorum.
altın kız mısınız?
1) otobüse binerken, hangisi olduğu önemli değil, havaş, belediye otobüsü vb. sıra beklenerek binilenlerinden, en ön koltuğa oturabilmenin stresini yaşıyorsanız ve yanınızdakiyle birlikte sizden önce binenleri sayıp, tiplerine göre en önde durup şöföre üç beş laf atma durumunda olmayı seven amcalar var mı diye şöyle bir kontrol ediyorsanız/aman şimdi kesin oraya oturacak yaa keşke iki dakika önce gelseydim/pek de meraklıymış canım
2)cuma akşamı saat 7'de elinizde bir paket sarı tuzlu, bir paket de beyaz leblebi paketiyle olağan yol arkadaşınızla aheste aheste bir leblebi atıp bir yürüyüp eve dönüyorken günün son geyiklerini yapıyorsanız ve az sonra girceğiniz otobüs sırasındaki amcalarla ilgili daha şimdiden heyecanlanmaya başlamışsanız

eflatun pantolonlu genç

bahçedeydim.

sonra izliyorum sadece eflatun pantolonlu mahallemin çocuğunu. geldi. durdu. o kadar cüretkar bakıyor ki. parlak siyah bir ceketi var. ayakkabılarına takıldı gözlerim. altlarına aslında. 3 santime yakın tapukları var, muntazam olarak her iki topuğun da sağ tarafı 1 santim kadar yenmiş. yemiş kendi kendini. nasıl öyle tuhaf da yürümüyor aslında. o da değil. tabanları görünüyor her adımında altı olduğu gibi sütlü kahve çamur olmuş. kurumuş kendisi rengi kalmış yalnızca. nerden geldin sen diye düşündüm. ben çamursuz mahallemden geldim ya dünyanın öteki ucuna sınava girmeye. sen nerden geldin? evinin önündeki sokak çok mu çamurdu. kimseler ayıpladı mı seni yolda? bir kere olmuştu bana. artık bana mı başka birine mi hatırlamıyorum. o gün bugündür dikkat ederim ayakkabıdaki çamurlara. ben sana dalmışım, anladın ki sana baktım. sen de baktın. yanındaki kaş altından sen de doğrudan.
gittiler sonra. 5 dakikaya çekirdek çitleyerekten bahçeye yeniden girene kadar. izlemekten alamadım kendimi. yarı hayranlıkla. ben olsam atamazdım yere o kabukları o kadar olması gerekeni yapıyormuş gibi.artık uzun bakamıyorum.
ayakta çitliyorlar, son derece cüretkar bakışlarla etrafa. sonra geriye.
duvarın üstüne çömüp
ama oturmadan.
yılmaz güney'i andıran.
yerde biriken onlarca çekirdek kabuğuna

kış sessizliği

şehir bomboştu sanki de değildi aslında. önceden görmedim böyle. oturdum. sessiz keskin soğukta. hep istediğim hiç olmadığı gibi. öylece kaygısızca.
sonsuz mezopotamya. kırlangıçlarıyla. ara ara yeşillenmiş. bu soğukta ne biter dedim. cevap verdim sabırsızca kış sebzesi meyvesi var değil? onayladı kafasıyla donmuş titreyen vücuduyla. bostandır dedim bunlar annemden kalan üç beş kuru bilgimi koyarak ortaya. kuru ama umuttur onlar bana. bu mevsimde buğday bitmez.
keskin soğukta o kadar sessiz. olur ya sesin dağılmadan kalır havada. öyle işte. fısıldasan duyulacak kadar. tok gelir sesin kendi kulağına. baktım bütün altınlara. günlerden cuma. esnaf namazda. ondan belki de tam öğlen vakti vardım yukarıya. sessiz. kimsecikler yok ortada. altıncılar orada yalnızca. onlara ibadet cuma değil pazar'a.
taktım seni parmağıma.
sonra derin bir iç geçirdim. sana her baktığımda. bakamadım.
ne zaman gözüme ilişsen ya da hissetsem seni parmağımda inceden bir sızlar içim
gerçekten dayanamam.
çünkü hatırlatırsın bana o sessizliği.
bakamam.

kırık kulplar buraya

sevgili boşluk

bir zaman izlediğim bir filmdi. kadın yazıyor kim olduğunu bilmeden. nam-ı diğer boşluğa.
so goodnight dear void..diye bitirdi bir gece bütün içini internetin tertemiz sayfalarına döktükten sonra. orda ya da burda bütün hepsini yazdım gönderdim sana sevgili boşluk. sana emanet.sahip olasın emi . korktum sonra da. herşeyi yazamadım. gidiverirsin diye. farketmedim. nasıl edemedim. bugün gittin gerçi. korkmaya başlamışım ya gidersin diye. öyle olurmuş ya. öyle olmuş ya. ne kadar fazla açık edersem kendimi o kadar korkarmışsın ya. ya da değerimi bilmezmişsin. korktum gidiverirsin diye. diyemedim.

tarçınlı akide şekerim

kızının akide şekerlerinden yedin mi? ben ne diyorumm o bana gelm..bunu koyıcaksın yanağına eriyecek yavaştan..dişinle ne alakası var..oohoooh..ali muhiddin hacı bekir şekerlemeleri. akideleri. tarçınlısına aşerivermişim.bugün önüme çıktı. tarçın bir de portakallıdan. çok karıştırmam aslında. nihayet öğrendim karıştırmamayı. hepsinden koydurursam içim acıyor, farkettim tarçınlısı az oldu diye. zavallı tarçın. zavallı ben. iki adam var. kuş ıslıkları üretirlermiş bu adamlar. yalnız her kutunun içinde bu kuşun kendi türlerini avlamak için kesinlikle kullanılmamalıdır diye bir uyarı var imiş. özellikle belirtti adamlardan biri. almaya gelen kadın. ardıçkuşu istedi. iki çeşit ardıçkuşu varmış. biri ezgili şakırmış diğeri cıvıldarmış. adamlar dünyada yapabilecekleri en zararsız iş olarak bunu bulmuşlar. kadın ezgiliyi öttürdü adamlardan biri cıvıldayanı. kadın bir daha öttürdü. adam da peşinden. alıyorum dedi kadın. kızım için. alıyorum dedim tarçınlıdan bir de şu sarı neliydi? babam da yer muhakkak ki.
ekin de yer.
daha okuyorum.

düğüne, j berger