true love waits


I'll drown my beliefs/To have your babies/I'll dress like your niece/And wash your swollen feet
Just don't leave-Don't leave
I'm not living/I'm just killing time/Your tiny hands/Your crazy kitten smile
Just don't leave-Don't leave
And true love waits/In haunted attics
And true love lives/On lollipops and crisps

taşkale

gülperi. zehra. ayşe. fatma. gülsüm. leyla.
saçları kısa. kınalı. bakışları utangaç alttan alttan.
gülperi el salladı ayrılırken. sağ eli kınalıymış.

hediye

ben gecenin sonundan söz ediyorum
ben karanlığın sonundan
ve gecenin sonundan söz ediyorum

evime gelirsen eğer sevgili bana bir ışık getir
ve küçücük bir pencere oradan
mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim.

furuğ ferruhzad

house of cards

i don't wanna be your friend
i just wanna be your lover
no matter how it ends
no matter how it starts

öyle arkadaşım olup da sevdiğim biri olduğundan değil..nasıl olursa olsun ne durumda olursam olayım sevdiğim ol yeter diyerekten arabesk damarımı kabarttı radiohead ondan.

The Reply

instead of all the words/all the lies i wrote
i should have written:

"last night
right before i fell asleep
and
mixed with my dreams
i thought of you
so much
so much
so sincerely so much that
you emailed me back."

thank you.

RC

ne kadar güzelsin...
sana bir "teşekkürler!" kadar bakabiliyorum.
yazık.
"kırmızı pek yakışmış" bile diyemedim geçen.

şanslıysam
sadece üç beş kelime fazladan

o kadar.

ne güzel bakıyorsun o üç beş saniyede.
başka birşey diyor musun
yoksa öylesine...boş mu bakıyor o gözlerin?

seni görmeye geldim yüzüne bakamıyorum.

simsiyah ve dümdüz
gözlerin ve kaşların
ve saçın

ne kadar güzelsin.
sesin
durdum sesini dinliyorum
gözlerim hep başka yerlerde.

sonra bu kalıyor elime...

elinin değdiği yere dokundum demin
sana değer gibi dedim
dua eder gibi.


bir küçük kelebek

bir küçük kelebek bir kanadı küçük biri büyük.
paspasa konmuş. beyaz bir ip. ne güzel, ne basit. oluvermiş oracıkta, bir kelebek konmuş gibi. unuttum sonra. sonra paspası silkiyordum camdan,bir baktım uçtu kelebek. bir bozulup, bir eski kelebek haline dönerek.
uçtu. bir kanadı küçük.
kondu bir papatyanın alt yaprağına.
ne olur konsun diyordum içimden, ne olur konsun. yere düşmesin, düşüp yok olmasın..

a proper goodbye

proper en uygun kelime.

artık alışkın olmaya başladığım bir sorun haline geliyor proper bir veda edememek. bazen karşımdaki benden önce davranıp olayı olması gerektiği hale sokabiliyor. böyle deyince de çok mekanik bir şeymiş gibi oldu veda etmek. içten gelen hale sokabiliyor demek lazım.
tam tezimin bittiği günün akşamındaki okul partisinde danışmanım nana, yanyana geldik ve jürim sırasında ne kadar heyecanlandığını ve bir aksilik olmadan bitivermesini dilediğini anlattı. beni benim için endişelenecek kadar içinde bir yere yerleştirmiş bulunduğunu anlamamıştım pek o zamana kadar. sonra anlamlı bakışlar ve üzerine bir tokalaşma. kelimenin burada durduğu kadar kuru..ve içime oturan herşey. sarılmak istersin sonra 50 santimden tokalaşırsın bir tebessümle. üzerinden yarım saat geçti geçmedi nana yine yanımdaydı ve nasıl oldu hatırlamıyorum sarıldı sımsıkı, ben de ona.
birileri var onlarla bir sürü şey paylaşıyorsun. yakın arkadaşın veya sevgilin değiller ama bir paylaşımın var ve seviyorsun onları. sonra bir saniye ve onlar yoklar. tabi o an öncesi veda ne işe yarar ha iyi bir veda olmuş ha olmamış.
bu kez ben varım ve karşımda birkaç kişi. bana hoşçakal demeye gelmişler. birini diğerlerinden daha çok severim. öyle bakışmalarla biten ne söylenmek istenenlerin söylenebildiği ne herhangi tokalaşma veya öpüşmenin olabildiği olabildiğince kısır bir durum..hem de ne kısır. sonrası yine aynı bir sıkıntı ki sorma.

yarın bu kadar üzülmezsin diyorum kendi kendime. hakikaten de öyle oluyor ama bu iyi birşey mi peki? senin sen olmandan götürmedi mi ? ben olsam öyle yapmazdım.

metroda

olay maslak metrosunda geçiyor. döne dolaşa indim. tren 5 dakikaya geliyormuş. birkaç kişi oturmuş. birinin yanına ilişiverdim. sessiz.
bundan sonrası için ibrahim tatlıses'ten "kim bu gözlerindeki yabancı"yı dinle hemen. canlandırması çok daha rahat olacak.
yankılanaraktan bir darbuka gümbürtüsüyle çalmaya başladı. birinin telefonu çalıyor.şimdi kesilir. kesilsin istemiyorum ama sonunda telefon. kesilmiyor. bakınıyorum.
sarı takım elbiseli adam, ayaklarıyla ritim tutaraktan, sesini bir açıp bir kısaraktan, super elit türk insanının standart cık cık ve baş sallamalarına aldırmadan cümlemize dinletti. canına değsin.

gelin

o kadar dalgalı ki.
vapur bir iniyor bir kalkıyor. sağdan, soldan.
yerimde duramıyorum. etrafı göremiyorum. yüzüme bir nefeslik rüzgar çarpmıyor. kenara gideyim diyorum. sonunda ayaktayım kenarında vapurun
rüzgar da yüzümde, vapura çarpıp havalanan su zerreleri de
deniz yeşil gibi, havadan. dalgaları büyük.
karşıda güneş batıyordu. denize vuruyor, uzakta minarelerin ardından.
bir deniz otobüsü geçiyor. uzakta, güneşin vurduğu yerden.
(şimdiki sahne üç kat yavaşlasın ne olur hayalinde)arkasından su püskürtüyor güneşe incecik su zerreleri, milyonlarcası
tül gibi yayılmış havada
sarı gibi turuncu gibi
son kalan gün ışığı altında

sonrası geri dönmek rüyadan.

never there

I need your arms around me
I need to feel your touch
dımdıdııdımdıdıdıdı dımdıdııdımdıdıdıdı
i need your understanding
i need your love soo much!
dımdıdııdımdıdıdıdı dımdıdııdımdıdıdıd

cake

hişt

annem pazarda sesini duyuramadığı tezgahtarları hişt'liyormuş onu keşfettim geçen:) ve çok doğal olarak.
bu kaçaa?-bakan yok- bakar mısın?-hala duymadı-hişt!hişt!-buyur canım!(başı örtülü, göbeklice bir hatun bütün samimiyetiyle, içinden kopan ama biraz da ağzında eğreti duran bir 'canım' çekiveriyor ordan)-kaça bu? diye devam ediyor annem ve kadın.
tezgahtaki kadın hiç alınmıyor. annem her hişt diye seslendiğinde eyvah karşıki bir ezilir diye düşünüyorum. bana olsa canım sıkılır herhalde. her taraf için herşey normal oysa ki. iş gayet yürüyor, kimse mutsuz olmadan.
eh bana da cidden bütün elitliğimle b.k yemek düşüyor, onu anladım bir kez daha:)

sono contento

bu italyanca. biraz italyancam var. bir film izledim nasılsın dedi? contento dedi karşısındaki.
i am content. i am happy değil. ikisi çok farklı diye düşünürüm hep.mutlu olarak çevirilir genelde. uzun zamandır 'content' olmadım onu düşünüyorum. ondan konuyu huzuruna taşımam.
kendinle bir olmak. olduğunla dingin olmak ve olduğunla bir olmak olarak algıladım hep.
mutluluk geçici veya anlık olabilir. content olmak ise daha büyük bir durum. dışarıdaki bir durum ne kadar etken bilmiyorum. elbette ki vardır bir etkisi. ama çok uzun değildir, farkettim ki dışarıda değil birşeyin cevabı. hep yanımda taşıdığım kendimde diye. hiçbir şey çare değilse sorun en içeride. bir kaybolma, bir kopukluk.
(öyle bir müzik var ki kulaklarımda, never there- cake, mümkün değil gerektiği ciddiyet ve kafa karışıklığıyla oturup yazamıyorum. bu kadarı günler öncesinin kalan düşüncelerden, stoktan. ne mutsuzluk kalıyor, bir gülümseme hali.. hah! bir boş kafa sallama, kafa ve ayakların ritimle işbirliği..çok ciddiyetsizsin şekerim!)

sözde

insanın en mutlulukla ve kendinden geçerek yaptığı meslek hangisidir? nefret etmeden, kendiliğinden. yaptığı esnada yaptığını bilerekten. okulda müzik grupları olan çocuklar var. bırak bu işi git müzik yap demek istiyorum. belki de derim. dinleyeceğinden değil.
mimarlık olmadığı kesin. yaparken diye bir durum yok. ne zaman yaparsın ki mimarlığı? çizerken mi? düşünürken mi? bir yere gidince mi? artık herşeyden değil binalardan konuşurken mi? yazarlık hayatını kaplar. şarkı söylesem. öyle bir yeteneğim olsa bir dakika durmazdım. ya da iyi çizebilsem.
cake dinliyorum. aslında kimi dinlediğinin ne önemi var. özeniyorum kendinden geçiyor söylerken. ben ne zaman kendimden geçtim? yarına teslim varken ki ölümcül streste mi? ya da içinden çıkılamaz gelen yazı krizlerinin arasında mı? ufak bir parça eklerken bazen. ya da bir maketin kıyısında orada yaşananları birkaç dakika hayal ederken ister istemez.
bir an. az ama. an an. bir var bir yok.

benim olamayan tüm haftasonları için

tek bir oda. haftasonu hayat bundan ibaret. tabut gibi diyorum sık sık. tavana bakarken yattığım yerden. tabut gibi.
içerideyken bir huzursuzluk bir rahatsızlık. dışarıdayken zaten benim olan bir şey yok.
benim seçmediğim bir yatak örtüsü. duvarlara dizilmiş iç sıkıcı eşyalar sürüsü.
avuntu: insanın tüm umutsuzluğu yalnızca bir tek şeyden kaynaklanır: odasında sessizce kalamamaktan
birileri bunu düşünmüş. odasında sessizce kalmaya çalışmak diye bir şey var demek ki. avuntu. hayatı anlamlandırmaya çalışmak gibi. artık ona da çalışmıyorum. ya da sadece bana öyle geliyor.
çıkmam gerek. ama bir esaretten diğerine değil.
insan herşeye alışırmış. buna alışmak mümkün. burada hayatını kurgulamak. bir haftasonu ve diğerleri. ne yapacağımı bilmiyorum. ağlasam onun da faydası yok. ne garip, insan sadece rahatlıyor. durum ise aynı. taş gibi. etrafımda öylece kılını bile kıpırdatmadan durmakta.

pelin, nerden çıktın karşıma?

bugün nisan'ın 3'ü yıl 2010. libadiye caddesine paralel sakin sokakta yürürken karşılaştık.
boyu 60 cm var yok, yaşı ancak 4. annesinin elinde öfleyerek çekiştirilip yürüyor bana doğru. ben de ona. bana baktı. ben de ona. kocaman simsiyah gözleri var. simsiyah saçları, çene altını az geçkin. dümdüz. kahkülleri kaş hizasında son derece düz ve boşluksuz. japon çizgi filmlerinden fırlamış düşmüş o noktaya.
geçiştik.
döndüm baktım hemen ardından. nedense adım gibi emindim dönüp bakacağından. zor çevirmiş kafasını yürüyerekten bakıyor. gözgöze geldik. güldüm.
birkaç adım daha attım. yine döndüm baktım acaba yine bakar mı diye. yine gözgözeyiz bu sefer daha da zor gelmiş bir yandan apar topar çekiştirilip yürümeye çalışırken dönüp arkasına son kez bana bakmak. daha çok güldüm.
adı pelin olabilirmiş, yüzünden öyle sanki.

benim kalbim onun kalbine karşıymış.


imza günleri

30 mart salı elif şafak atatürk kitaplığında yazıyor kocaman basılmış ilanda. ne olduğu yazmıyor. gitmek istedim. pek niyetlenmedim her zamanki gibi. o da unutulur kalır. gitmediğine pişman olmazsın çünkü aklına bile gelmez.
gidiyoruz diyenler vardı. ben de gittim. liseden servisle çocuklar gelmiş. curcuna. imza günüymüş meğer. geldim buraya kadar bir göreyim diye bekledim.
pek güzelmiş. uzun boylu, narin. gözlerine siyah sisli makyaj yapmış. her zamanki yumuşak gülümsemesi yüzünde.
bu kadın neden imza gününe katılır? ne yapacak? gelenlerin elleri kitapla dolu. orada da %20 indirimle sahip olabiliyorsunuz istediğinize.
imzalayınca ne olacak?
okuyucu için nedir diye düşündüm. ben olsam utanırdım diye de düşündüm.bir izinizin olması o kadar değerli ki bir de sizinle bir fotoğrafımın olması.
ya da 'elif hanım' için durum nedir? ben olsam yine utanırdım diye düşündüm. onlara bir lütufmuş el yazım gibi.
paulo coelho okuyordum bir zaman. gururla bitirmiş olduklarımdan yana koyabilirim. portobello cadısı. neden okuduğun kitapları kitaplığında tutuyorsun diyor kadın adama. mesele onları okumuş olmanda mı, okumuş olduğunu kendine ve herkese sergilemen mi?
hep kendimi bu konuda suçlu hissederim.



paylaşım 1

uyku konmadı gözlerime. gelmesini bekleyip durdum. gelsin de uykum içimdekileri alsın, götürsün fırat'ın balkıyan laciverdine atsın istedim. gelmedi. gelip de kanatlarına alıp kaçıramadı göğsümde taş gibi kalmış duran kalbimin ağırlığını.

bir yeşil tufan'dan, nalan barbarosoğlu
fırat'a karışan öyküler


o kadar acı ki. hissettiğim herşey turistik kalıyor onun acısı yanında.

esas mesele onu anlatmaktı

tünelden karaköy'e . hava karanlık. orda mı ki? olabilir mi? sanmam. sen ordasın ya o neden olmasın. düşünürsen olmaz. düşünme. düşünme. ne çok düşündüm. kitap almaya son ver artık. yüzü gözümün önünde. oku da kaybol. için bir rahat etsin. yok. tren kaçtı. neden fotografını çekiyor ki şimdi. tünele doğru. tramvaya doğru. son derece sahte bir gülüşle. sahte olduğu ne kadar aşikar. nasıl tahammül ediyorsun kendini sahte gülüşlerle çektirmeye? flaşı kapatmayı akıl edemiyor. heryer karanlık. kızın yüzü patladı sadece. bana laf attı. o değil başka. hoş bile oldu aslında. neden onu düşündüm ki. yüzü çok güzeldi.bir daha görsem. yine geçip giderim herhalde hep yaptığım gibi. karnım ağrıyor. gelemedi tren. öpüştüler ya da kafalarını değdirdiler. koşarak karşı şeride geçti diğeri. ne anlamlı.

sana söyleyeceklerim var

sana söyleyeceklerim vardı. ondan yazıp durmuşum.
sonra seni unuttum yazdığım herşeyi unuttum.
bugün açtım tekrar. ne çok yazmışım. sen dediğim sadece sen olma diye. artık başka sana yeni şeyler yazmak için/başka sen derken bile mideme bir acı saplanıyor.
olmadı. orası senin olmuş artık onu farkettim. ya başka yere yazacağım ya da hiç.elim gitmiyor.
ismine yazık oldu yalnız. ismi çok güzeldi.

bahar


yeşilin en güzel tonu şubat sonunda mart başında olurmuş onu anladım.
yolda tazecik tazecik yeşiller gözlerimi kamaştırınca.

bir oh desem karşıki dağlar yıkılır


oh dedi. uzun. içten. derin bir soluk alırsın ve onu derin bir oy ile karışık oh ile verirsin dışarı.
açıklamak istedi sonra.
boyle nefesimi veriyorum da rahatlıyorum. içim boşalmış sanıyorum. ya.
canım benim.

menfaatsiz

daha önce de yazdım bunun benzerini biliyorum. çok isterdim, isterim.
gözlerim sürekli izlemede. aklımı yakalıyorum genelde, gördüklerimi kullanırım diye.
kullanmasam hiç. sadece o büyük denize kazandırmak için okusam. söz verdim, bugün okuduğum sadece bana kalacak diye. kalabilirse çok mutlu olurum.

o kendiliğinden oluyormuş zorla değil

zorla olmuyormuş onu anladım.
artık kendimi ortalara atamıyormuşum. bugün anladım. ne olursa olsun diyemiyormuşum. ya öyle değilse diye sormaya bile halim yokmuş. demekle olmuyormuş: kendini kaptırma, ortalara atma!
bir yığın üzüntüden sonra gelinen nokta.gerçekten içten, gerçekten samimi, zorlamadan. karar bile vermeye gerek kalmadan;onca üzüntüden sonra bunu kendime yapamam diye düşünmeye bile fırsat kalmadan; en sevdiğim de böyle oluvermesi zaten
sakince, kendiliğinden:
içimde sadece sessizce, huzurlu bir boşluk.

karşılaşma 2

otobüs durağında oturuyorum.
-ne o daldın gittin?..(eliyle selam işareti yaptı)
-ha..(siz misiniz der gibi bir ha)
-benim oğlan geldi.
-gözünüz aydın..(ben de bir rahatlamışım sanki her durağa gittiğimde bir muhabbet ediyormuşuz gibi)
-bi zayıfı var. ef ef.
-hmm
-resim. beceremiyor işte(porselen dişlerini farkettim. ben sürekli oturur konumda o da sürekli ayakta olduğundan)
-hep ben yaptım onun resimleri(resim dersi? düşündüm de söylemedim)
-şimdi siz yoksunuz tabi..
-bak mesela şu bina..ben bi baksam çizerim dış hatlarından sonra da cetvelle kenarlarından geçip boyarım.çok şeyler yapardık..şu şişeler var ya..içlerine alçı doldururduk..
-şişe yapardınız
-şişe, bardak yapardık işte..masa yapardım alçıdan sonra bacak yapıp takardım..iş teknik derslerinde
-hala yapıyor musunuz?
-yook canım.
otobüsüm geliyor. görüşürüz diyesim var.
-iyi günler.

karşılaşma 1

belediye durağında oturuyordum.
-öğrenci misin?(bana diyebileceğine ihtimal vermedim) bayan, öğrenci misin?
şaşırdım. -evet..
-benim oğlan da öğrenci, kütahya'da..dört yıllık mı?
-evet. aslında bitirdim, yükseğini yapıyorum.
-sen kurtardın..yani kurtardın sayılır. benim çocuk diyor baba çok zor. öğretmen çok hızlı konuşuyomuş. yazamıyomuş.ders notları da fotokopiden parayla alınıyormuş..bakalım geleyim baba da polislik sınavına gireyim diyor. en iyisi polislik yaw. devlette çalışıyosun oh ekmek elden su gölden..beşiktaş'a mı?
-hı
-geldi senin araba
-peki iyi günler
-iyi günler
yolda düşündüm. ne kadar rahat konuşmaya başladı diye. insan durup dururken herhangi biriyle konuşmaya başlayabilir mi acaba? ben başlayamam. acaba sadece paylaşmak mı istedi çocuğunun derdini aynı dertten müzdarip olma potansiyeli olabilecek bir insanla? ben. bilmiyorum.
belki de sadece sıkılmıştır.

penceredeki güvercinler

sabahın köründe. yataktan zor kalktım.
eczanenin önünde bekliyorum servisi.
her gün binmem ben o servise. kardeşim biner.
o gün uzun zamandır ilk.
kimseler yok sokakta.
bir karşı kapıdan çıkan anne kız.
kızı sevise almıyorlarmış. annesi kriz çıkarmış. mustafa'nın dedikleri. o günden beri annesi gelince geliyormuş o da.
kuşları gördüm. esas mevzu kuşlardı burda.
kadınla kızının çıktığı apartmanın penceresinde. güvercinler bir sürü.
bu da neymiş ki. daha çoklarmış, biri konarmış birinin üstüne, biri düşermiş. birbirleri üstüne üstüne üstüne.

little miss sparrow




kaş yapayım derken çıkardığım gözlerden.
göçtü serçeler.
henüz yeni bir yer veremedim.
ne halim yetti ne vaktim.

ve senin için orada olamayacağım

hüzünlü çok hüzünlü. bir kız var. norveçte. bir de sevgilisi var. ben de sevdim onun sevgilisini. ben ondan önce sevmiştim ama. sevgilisi norveçte değil. ona yazmış diye düşündüm.gündelik bir sürü şey yazmış. onun yanında olmadığı her an ona yazmış diye düşündüm.
sonra başladım öyle de böyle de yazmaya
ona değil aman ha
bembeyaz sayfalara.

aşure ayı geldi çattı

aşure ayı gelmiş. bunu kim yolladı? emine yapmış. ha biraz sulu olmuş. biraz da içinde tahıl cinsinden az var kayısı incir üzüme göre. ama tadı güzelmiş.kapı çaldı. leyla teyzen yapmış bak bakıyım. bunda gülsuyu var. bunu da hanife ablan yolladı. seversin diye. onda yok mu gülsuyu? yok ama bunun da üstünde herşey var yani narıdır, kuş üzümüdür, cevizidir hatta hindistan cevizidir.ilk kez de bunda gördüm hindistan cevizini.yengen aşure yolladı. kapı çaldı. ayşe teyze. tansiyonu fırlamış. baktım 13'e 9 . şu işimi bitireyim de bir de ben bakayım. yengen aşure yolladı.
yiyecek misin?

yandan

saçı asimetrik kesilmiş.
saçı sağa çekiyor. kendisi de yürüyor.
sağa çekerek.
boynu ve tüm vucuduyla yan yan sağ sağ.
acaba hep böyle miydi diye düşündüm. ya da saçı yandan kesilince mi böyle oldu?