mutluluk! bak bu sana yazılmış!

mutluluk!

sen yoksa az önce eve giren mis kokulu tarçınlı irmik helvasında mıydın da ben seni bilemedim?

yeniden merhaba.

yazmak bazen çok yalan geliyor/artık neredeyse çoğu zaman.
gelmediği o küçük boşluklarda kendimi bu ekranın karşısında hayal ediyorum.. o an aklımdakileri yazarken. ama hiç oturmuyorum artık.
bu şimdi nasıl bir boşluksa artık..yine herşey anlamsızlaşmadan/hemen/çabucak

bir kitapta okudum. orhan pamuk olabilir. hatta kara kitap'ta okudum.
bunlar da pek tesadüf değil gibi geliyor. o an aradığın cevaplar hemen yanı başında oluveriyor. karşına çıkıyor bi yerlerden.

sonbahar içime dert oldu bir zamandır. eskiden bu kadar etkilenmezdim. 'kar'dı dayanamadığım..anlamadığım bir sır.. varoluşunla ilgili sanırım/içine gömülü şeyler. bazısı fazla duyarlı işte fazla duyuyor. beni bu hayat mahvediyor demişti arkadaşım ali. anladım ben onu/ iyisiyle/kötüsüyle/güzeli ve çirkiniyle/karıyla ve güneşiyle ve çamuruyla/sefaletiyle/çarpık bacaklısıyla/ delik ayakkabısıyla/bir su zerresi içinden güneş vuruyor bi yerlere ya da saçın ağır ağır bomboş bahçede uçuşuyor sakin rüzgarla ve yüzünde taptazecik kış havası. serin.

yeterince yaşlanmadan diyor sonbaharı yeterince güzel anlatman mümkün değil, kara kitap.
sana sonbaharı anlatacak değilim elbet. isterdim ama yapamam.
işte diyeceğim mahvetti beni sonbahar bu sene.

yeterince bakarsam belki böyle içime işler diye
her zerre sarısına bakakaldım.
burada.
daha filmin başında..ilk duyduğum anda baştan ayağa ürperdim.
böyle şeylerin arkasında hep bişeyler olduğunu düşünüyorum. insanın kendisinin bile dillendiremediği/tam da bilmediği
içeriden doğru yükselen bişey.
belki bir zaman bilirim de anlatırım.

sevgiler

bekleyiş

az önce önünden elinde termosuyla çay satan adam geçti. bir an içi kalktı. ve o anki sakinliğine ve huzuruna şükretti derinden. aylar öncesine gitmişti aklı.

daha önce bu kadar ağladı mı bilmiyordu.

büfeye girdi. sigara ve küçük bir kutu meyve suyu aldı. hemen arkadaki parkta beklemeye karar verdi. aklı yerinde değildi sanki, uyuşmuş gibiydi.
tek tek iki sıra halinde aralıklarla dizilmiş bankların arasından yürüdü. tek boş bank güneşin altında yanıyordu.gölgeye, yere oturmaya karar verdi. yoluk çimenlerin üzerine sakince çöktü. varlığını yok eder gibi.
etrafında bir sürü insan vardı, gelen geçen. kimseyle gözgöze gelemezdi.
son gücüyle tutmaya çalıştığı yerinde duramadı sakin sakin süzülmeye başladı yaşlar. saçları yüzünü azıcık kapatıyordu. gelenin geçenin bakışlarını farketti. daha önce insanların içinde ağladığını anımsayamadı. işte önünden çay satan adam geçiyordu. adamın elindeki termosu ve ayaklarını görüyordu sadece oturduğu yerde kafasını asla kaldırmadan. adam yanaşmadı yanına. çay? diye sormadı bile. sessizce geçti onu.
herşey duraydı! durmuştu da zaten.
hala küçük yudumlarla meyve suyunu katık ediyordu sigarasına.
bekliyordu onu.
biraz dindi. sakinledi. kalktı yavaş yavaş metro durağına yürümeye koyuldu. biraz da orada uyuşup beklerdi boş bakışlarla etrafa bakarak.
daldı. arkadan bir el dokundu omzuna. ona bakan o sevgi ve şefkat dolu yüzü görmesiyle omzunda hıçkırıklara boğulması bir oldu.
hıçkırarak ağlıyordu. hiç durmamacasına ağladı. doyasıya ağladı. göz pınarlarını kuruturcasına günlerce ağladı.

hayatın düzleşmesi

bir selam sabaha dönmek mi? yüzüne bakamamak mı bu kez aşktan değil? onu ben sen onu öyle sevdiğin için sevdim diyen en yakınımın artık sana benden daha yakın olması mı? bütün o mis duygularımın yerini alan boşluk mu? senin aslında en başından beri bu kadar boş olmuş olmanı yeni anlamam mı? özenle besleyip büyüttüğüm sonra bir anda büyük bir hızla paramparça edip nereye saklayacağımı şaşırdığım aşk mı hiç olmamışçasına? bana asla rahat konuşamıyor olman mı? 'aşk örgütlenmektir' artık dillere dolanınca benim ona yüklemiş olduğum ve senin için aslında hiçbir şey ifade etmemiş olduğunu bu gece yeniden anladığım herşey. tüm bunları henüz yeni anladığımda ağzımda kalan yavan tat mı şu gecenin bir vakti boğazımı düğümlüyor?



bunu hiç düşünmemiştim.. bilinmeyen birşey değil. herkes yani her kadın bunu bilir günlük muhabbetlere de konu olmuşluğu vardır da bugün bunu okuyana kadar bu hayret verici ve yine insanı mıhlayıcı gerçeği düşünmedim.

"amira karnına götürdü elini: regl oldum ben.
maryam garip bir yüzle durdu: çok tuhaf dedi, şu anda ben de.

erkekler ne kadar yaklaşsa da birbirine, birbirlerinin gövdesinin kimyasını değiştiremezler diye düşündüm. ama kadınlar gerçekten konuşmaya başladıklarında yumurtaları bile konuşuyor birbirleriyle."*

kalbimin sesini yine duyuyorum. nefesim kesiliyor şu an. nasıl oluyor da geceni gündüzünü bir geçirmeye başladığın bir kadınla bir süre sonra yumurtlama tarihleriniz aynı olabiliyor? bu nasıl bir diyalogdur?

* düğümlere üfleyen kadınlar, ece temelkuran
o eski huzurlu günlerdeki şarkıyı
kulaklığı takıp sesi sonuna kadar açıp dinlesem.
bir an için yine eskisi kadar huzurlu olur muyum?



bereket

bizim evdeki saksı bitkisi.
20 yıl sonra bir gün çiçek açmaya karar verdi.
öyle yani.

bezelye ile imtihan

ben bu bezelyeyi dün yeniden yemeye başladım. öylecene ve büyük bir açlıkla.
hayret yani.

sevgili bezelye,
demek ilişkimize bir süre ara vermemiz gerekiyormuş seni yeniden sevebilmem için.
seni sevmediğimi kabullendiğim ve kabul ettirmeye çabaladığım geçen bir yılı aşkın sürede,
bende hayata karşı uyandırdığın çeşitli güçlü hisler için sana teşekkür ederim.

seni seven ve daima sevecek olan ...

imza.


melikem.

Merhaba!

uzun zaman oldu bu kapıları açmayalı. bana ölçülü zamandan daha da daha da uzun geliyor. sanki yıllar olmuş gibi oysa daha dünmüş denebilecek kadar yakınmış hesap edince.
izninle (hoş burada gayet tek taraflı bir durum var ben ne yaparsam o oluyor) bu resmi uygun gördüm buraya. pişirip pişirip önümüze koyuyorsun demezsen;)
kalbim gümbür gümbür atmaya başladı. gazetenin birinde bu sıralar bir de sabahları 6'da kalkıp kuşları dinliyorum. iyi geliyor. demiş adamın biri. az uyuyorum ama iyi geliyor. sonra baktım göğsüme doğru kalbim nasıl hızlanmış. evde kaldım. aslında epey bir zamandır, bir kaç ay belki evde durabiliyorum. durabiliyorum yazmam yanlış oldu durabilmek sanki bir güç harcayarak bir şeyi başarmak gibi. yok. öyle değil. evden çıkmak istemiyorum. bugün hava çok güzel mesela. evde duramazdım kendimi dışarılara atardım. bugün atasım gelmedi. hayret. aşk mı insanı yerinde durdurmayan? ama aşkın hayata karşı sağda yazan herşeye karşı olan o yoğun his, ağlatacak kadar, içinden fışkıracak kadar olan olduğu var bildiğim.
evde oturdum işte az önce. yıkmak demenin zamanı sanırım diye düşündüm. ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. ben kendime zarar vermek istemiyorum. bunu tam şu anda farkettim inan. merhamet kadar yumuşak. içimdeki o şey her neyse koruyup kollarım biliyorum. şimdi daha iyi biliyorum.
yine sabahın serinine penceremi açıp yapılmamış yatağıma şöyle bir sakin oturdum. o ses geldi kulağıma. bu sıralar çok duyar oldum. ya da ona kalbimi yeniden açabilir oldum.
bir küçük taş evin avlusunda yankılanır gibi odama dolan o kuşun sesi. içim paramparça saçıldı küçücük odama. kendi kendimi hapsettiğim hayatıma.
neden? aslında neden demek anlamsız. zamanı gelmeden olmuyor hiçbir şey.
muhtemelen serçedir. kırlangıçları buradan duyamıyorsun ya da gukguk diye güvercinlere karışan kırlangıçları demeliyim esas.
onlar güney doğu'dalar çünkü.
ve ben
bir gün oralara yerleşip birbirini izleyen sabahlar boyunca o sese uyanmazsam gözüm açık gideceğim bu dünyadan.
onu da adım gibi biliyorum.


dokunduğum herşey taşa döndü diyor yine bu adam. arabesk ruhuna kurban olduğum:)

creep

masa lambası ışığında sabahlanan geceleri hatırlatır. karanlığın orta yerinde. ama sıcak. hayallerle. iç burkuyor hala biraz bazen.
ilk cümlesini daha bugün anlamam ayrı.
geçen sefer buradayken sen diyormuş. gözlerine bakamadım. bir melek gibiydin. ağlatıyordu beni o an.
ben bu adam ağır arabesk diyorum. hala da diyorum.

hakkari'de bir mevsim

ekin anlattı.paylaştı.bir de burda olsun.

"gelsen ve görsen nasıl yaşadığımı, gelsen ve görsen bu insanları.sen beni tanıdığını ve beni sevdiğini beni beklediğini söyleyen sevgilim.sana fotoğraf çekip göndermemi istiyorsun, bugüne değin elime fotoğraf makinesini almadığımı bildiğin halde.ama akıllıca bir öneri akıllıca,etkili ve çağdaş.yetersiz sözcüklerle anlatacağıma çeker fotoğrafını yollarım.burası işte böyle gördüğün gibidir derim.işte burada yaşıyorum derim.çocukları anlatacağıma portrelerini çeker yollarım.kayalarda ve karda şahrem şahrem yarılmış pabuçsuz çorapsız ayakların, cüzzamlı ellerin fotoğrafını çeker yollarım.tozlu bürokrat masalarını.mahkeme duvarı gibi suratların fotoğraflarını,büyük azgın köpeklerin,çıplak ağaçsız dağların,çaresiz insanların yaşadığı bu soğuk yeryüzü cennetini, tezekleri tükendiğinde insanların kendi soluklarıyla ısındıkları bu dağ başı köyünün çekerim fotoğrafını yollarım.fotoğraf demek uygarlık demek.tüm bu uygarlıkların üstüne ettiğim burada bu çağdaş aleti kullanıp yüzlerce binlerce kare fotoğraf çeker yollarım sana.insanlık freksi başlığıyla sergiler ya da bir kitapta toplarsın.yalnız sana değil tüm tanıdıklarına uygarlığın ortasında yaşayan tüm insanlara da yollarım.duvarlarını bu güzel fotoğraflarla kaplasınlar,içinde bulundukları durum için tanrılarına şükretsinler,yatıp kalkıp yakarsınlar,adaklar adasınlar. yaşasın fotoğraf,yaşasın bunları bana yazdıran sevgilim, yaşasın uygarlık..."


izle. hakkari'de bir mevsim


o sıcaklık bir daha hiç gelmeyecek
diye düşünmenin acısı bile soğuk

john berger, fabrika adlı şiirinden. not: çeviri şiiri herzaman katletmeyebiliyormuş. içine dokunuveriyor insanın.